17 Ekim 2012 Çarşamba

2011-12 Galatasaray'ı vs. 2012-13 Galatasaray'ı ve Hücum Problemleri

          Geçen sezon bir maçtan sonra Fatih Hoca, takımı için "Biz çabuk oyunculara sahip bir takım değiliz. Kenarlarda da orta saha özellikli oyuncular kullanıyoruz. Bizim etkili olma, gol pozisyonu bulma yolumuz baskın hücumlar ve pres." minvalinde bir ifade kullanmıştı.

          Evet, yine 2011-12 takımı... O takımın etkili olma yöntemlerini iyi anladığımızda, şimdiki takımın etkili olamama sebeplerini de iyi anlayacağız.

          Öncelikle şunu kabul etmek lâzım: Her ne kadar misak-ı milli sınırları içinde Fatih Terim ismi hücumla özdeşleşmiş olsa da, 2011-12 takımı çok iyi bir hücum takımı olduğu için şampiyon olmadı. 40 maçta 70 küsür gol attığı için değil, o 40 maçın 20'sini gol yemeden kapattığı için şampiyon oldu. 12 derbi maçın 5'ini kazandığı için değil, 11'ini kaybetmediği için oldu. Hatta bir gösterge olarak da; çılgınlar gibi hücum yaptığı Arena'daki 1-2'lik Süper Final F.Bahçe derbisinde tehlikeye attığı şampiyonluğu, akıllı oynayarak istediğini aldığı 0-0'lık F.Bahçe derbisiyle kazandı.

          Ülke standartlarının üstünde bir alan savunması yaparak, hücumda da baskın hücumların yanı sıra ekstra sayılarla ayakta kaldı o takım. Bulduğu gollerin ciddi bir kısmında bir takım organizasyonu yoktu belki, ama mükemmel dizayn edilmiş takım savunması ile şampiyon oldu o takım.

           Ve bu sezonki takımla kıyasladığımızda, bence en büyük fark; geçen sezonki takım şampiyon olmayı çok isteyen bir takımken, bu sezonki takım şampiyon bir takım. Geçen sezonki ekstra motivasyonun bu sezon etkisini yitireceği, daha ziyade organizasyona, yeteneğe, çabukluğa ihtiyaç duyacağımız aşikârdı. Bu tarz bir enerji boşalmasını 2006-07'de yaşamıştık. Hemen hemen aynı kadro, önceki sezon 83 puan toplamışken, ertesi sezon 56 puanda kalmıştı. Ekstra motivasyonun rolü es geçilerek, gereken takviyeler yapıl/a/mamıştı. Çok şükür, bu sezon böyle bir hamaset kaynaklı yanlışa düşmedik.

          Biz hücumdaki üretimsizlik problemine dönelim. Öncelikle hata yapmamak için konuyu iki ayrı dalda incelememiz gerek. Birincisi; oyunu oynamaya çalışan, savunmasını kale sahasına kurmayan, özetle öncelikli hedefleri arasında gol atmak da bulunan rakiplere karşı söz konusu hücum kalitesi. Bu açıdan çok sorun yaşadığımız söylenemez. Atletik oyuncularımızın fazlalığı sayesinde, bize gereken mesafeyi veren her rakibe karşı, her sahada her şekilde gol pozisyonuna girebilecek bir takımız.

          Hücumdaki problemlerimiz bu tip rakipler karşısında değil, topun arkasına çabuk dizilip, dar bir alanda eli ayağı düzgün bir alan savunması yapan ve belli bir düzene göre kontratak yapmaya çalışan takımlara karşı baş gösteriyor. Birbirinin kopyası Ordu ve Braga maçları, rakip önde oynamaya uğraşırken çok pozisyon bulduğumuz, ama son dakikalarında rakibin gömüldüğü anlarda büyük bir çaresizlikle top dolaştırdığımız Manchester maçı gibi örneklerin anlattığı gerçek bu.

          Bu üretkenlik sorununun bence sebeplerini madde madde sıralayayım:

- Geçen sezonki şablonu devam ettiriyoruz, fakat oynamaya çalıştığımız oyun geçen sezonun oyunu, kritik yerlerde, elimizde olan/olmayan sebeplerle, kullandığımız oyuncular da geçen sezonki oyuncular değil. Mesela yine çift forvet oynuyoruz, ama geçen sezonki gibi kenara ve geriye deplase olan bir forvet yapısı yok. Yine kenarlarda genellikle orta saha özellikli oyuncu tercih ediyoruz ama Engin gibi içeriye sık sık yardım eden, paldır küldür de olsa topu ileri taşıyan, tehlike bölgesine sokan oyuncumuz yok.

- Şablon dolayısıyla, bu yaz transfer döneminin hücum kalemindeki en kritik transferi Amrabat'ı kullanamıyoruz. Yapımız gereği Amrabat'a "rakip bekle git gel, savunmana yardım et, orta sahayı zaman zaman üçle." diyoruz. Ama beğenerek 8 milyon euro verdiğimiz Amrabat bu değildi. O Amrabat, topla 3. bölgede buluşup direk kaleyi düşünen, enerjisini savunma-hücum ikilemiyle bölmeyip, ağırlıklı olarak hücumda kullanan bir hücum oyuncusuydu. 8 milyon euroluk bir yatırımı dönüştürmeye çalışmaktansa, takımın dizilişini ona uygun hâle getirecek bir iki oynama yapmak daha bir mantıklı gibi sanki.

          Amrabat'ı, bir dönem Hiddink'in Arda'yı etkili şekilde kullandığı gibi kullanabiliriz mesela. Uygun setleri hazırlayıp, Amrabat'ı rakip bekle bire bir bırakmayı planlamak, Amrabat'ı orta çizgi hizasında topla buluşturup "Al Nurettin, bu top. Hadi 4 kişiyi geçip bize bir şeyler üret" demekten daha fazla derman olacaktır dertlerimize.

- İlk maddede geçen santrfor statikliği problemine ayrı bir parantez açmak lâzım. Set hücumu yaparken, rakip stoperlerin kucağında bekleyen iki santrfor, iki kişi eksik hücum etmekten başka bir anlam taşımıyor. Dizilişle oynamaksızın, bu sorun daha fazla hareketlilikle çözülebilir. Burak oynadığı sürede bu açıdan çok sorunlu olmadığını gösterdi. Fakat Umut, alışkın olduğumuz Umut imajının aksine, stoperlerin etki alanında çok hapsoluyor, hapsoldukça da oyundan kayboluyor. Onun kenarlara çıkarak top alması ve boşalttığı alanlara başkalarının girmesi, rakip savunmanın dengesini bozarak üretkenliğimizi artıracaktır.

- Kapanan takımları açmak adına en önemli fırsatlardan birisi de kenarları iyi kullanabilmek. Yine dizilişin, çift forvetli yapının götürüleri sebebiyle kenarları da etkili kullanamıyoruz. Topu taşıma açısından vasat düzeydeki kenar oyuncularına yardıma gelecek, oradaki pas aksiyonlarında rol alacak iç orta saha oyuncusu kullanmadığımızdan kenar hücumlarında sıkıntı çekiyoruz. Ve rakibin 3 adamla tıkadığı çizgide top gevelerken buluyoruz kendimizi.

          İşin hücum kısmında bu pencereden görebildiklerim bunlar. Daha çözüm odaklı bir yazıyla, bu bahiste, son kez başınızı ağrıtacağım. Selâmetle...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder