8 Ekim 2012 Pazartesi

2011-12 Galatasaray'ı vs. 2012-13 Galatasaray'ı ve Derin Galatasaray'ın Kaybedilmesi

        

          2011-12 Galatasaray'ını anlatırken sıkça kullanılan bir ifade vardı: Takım Omurgası. Evet, sahada Muslera'dan başlayıp rakip kaleciye doğru bir çizgi çekiyordunuz, o çizginin üzerinde kalan oyuncular takımın kimliğini oluşturan oyuncular oluyordu.

          Çizgi çekmek derken bir hayali çizgiden bahsetmiyorum. Gerçek anlamıyla söz konusu çizgiyi çeken, bu omurgayı oluşturan oyunculardı. Oyunun gerekli ve büyük bölümünde, Ujfalusi-Semih ikilisi bu çizginin başlangıcını oluşturuyor, Semih önde hamle kovalayıp hücumcularla çarpışırken, Ujfa geride emniyet sübabı olarak, savunma liderliği görevini başarıyla ifa ediyordu. Çizginin devamında, Melo arkada ilk topları kullanma, cepheden gelen yüksek topları karşılama, rakip hücumcuları sert savunmayla tanıştırma gibi defansif orta saha görevlerini yaparken, daha önde Selçuk komple bir orta saha oyuncusunun yapması gerekenleri yapıyordu. Çizginin en sonunu çeken adam Elmander ise, sık sık orta saha ve kenarlara yaklaşarak takımın bütünlüğünü sağlayan en önemli eleman olurken, yaptığı akıllı ve düzenli hücum presiyle rakibe "durun bakalım, Galatasaray yarı sahasına geçmek o kadar kolay değil!" mesajını da veriyordu.

          Bu yapının takıma kazandırdığı en önemli özellik derinlik idi. Bu derinlikse, Kalli'li 2007-08'den bu yana takımın en büyük problemini oluşturan 'takım savunmasındaki direnç eksikliği'ni bertaraf ediyordu. Basit anlatımla; siz eğer G.Saray'a gol atmak istiyorsanız, önce Elmander liderliğindeki presten kurtulmalıydınız. Daha sonra ise topun arkasına muntazam şekilde dizilmiş sekiz kişilik Galatasaray'ı karşınızda buluyordunuz. Ve Ujfa-Semih-Melo'dan müteşekkil derin yapıyı adım adım çözmek, aşmak zorundaydınız. Bu derin yapı, cebren ve hile ile 40 maça çıkmış uzun lig maratonunda tam 20 maçı kalesinde gol görmeden kapatan Galatasaray tablosunu ortaya çıkarıyordu.

          Bu sezon ise Galatasaray bu derin yapıyı kaybetmiş durumda. Ujfalusi'nin sakatlığı savunmanın ortasındaki, eski liberolu savunmaları andıran yerleşim düzeninin kaybedilmesine yol açmakla kalmadı; savunmanın liderinden, organizatöründen yoksun olmak anlamını da taşıdı. Lidersiz savunma yapısında, Manchester deplasmanındaki gibi, "iki tane çok iyi oynayan stoper ama savunmanın göbeğinden verilen bir dolu gol pozisyonu" gibi absürd tablolara yol açabiliyor. Geçen sezon Ujfalusi-Semih arasında oluşan müthiş koordinasyon, bu sezon Semih-Cris-Dany üçlüsünden çıkan hiçbir ikili kombinasyonda henüz yakalanamadı.

          Çizginin devamındaki derinlik kaybından bahsederken zikredeceğimiz isim tabii ki Melo olmalı. Geçen sezonki Melo'yla bu sezonki Melo arasındaki en büyük değişim şu ki; oyunun her anında teyakkuzda olan, her an kırmızı alarm vermişçesine bir konsantrasyonla ön alanda yapılması gereken savunmayı mükemmelen yapan Melo bu sezon yok. Geçen sezonki esnek, durduğu yerdeki metrekarelerce alanı müthiş kontrol eden Melo'yu gözlerin aramasındaki büyük sebep elbette uzun süren yaz tatili. Fakat bundan bağımsız, Melo'da bu sezon baş gösteren en önemli sorunlardan biri de, toplu ve topsuz ileri çıkışlarını abartmış olması. Geçen sezon ara sıra yaptığı bu sürpriz koşular, mesele 3-2'lik Beşiktaş maçında attığı goldeki koşusu, ekstra pozisyonlar, ekstra skorlar bulmamıza yardımcı oluyordu. Fakat bu sezon bu çıkışları gereğinden fazla yapan bir Melo, üretkenliğe katkı yapamadığı gibi, takım savunmasının da bel kemiğini kırıyor. Toplu hâlde yapılan bir hücumda, kaptırılan bir topun dönüşünde, Melo'nun olması gereken yerde değil, rakip yarı sahanın muhtelif bir yerinde olması rakibi karşılamakta takıma önemli arızalar çıkarıyor. Bu arızalar rakibe ya kendini bunaltan G.Saray'ın baskısını biraz olsun kırarak dinlenme imkânını tanıyor veyahut etkili kontratak yapma fırsatı veriyor. Hücum yaparken rakip savunmadan dönen, seken topları mıknatıs gibi toplayabilen bir Melo'nun o sırada rakip savunmanın arasında bir yerlerde gol araması, bu topların da toplanamamasına yol açıyor. O zaman da alıp tekrar tekrar hücum yaparak, rakibi bunaltıp, hataya zorlayamıyorsunuz.

          Çizginin sonundaki direncin kırılmasındaki kilit isim ise Johan Elmander. Geçen sezon adeta bir defansif forvet olarak takımı ayakta tutan Elmander... Bu sezon gerek yazı arka planda hep duran bir sakatlık problemiyle geçirmiş olması, gerekse de yaşın götürdükleriyle fizik kalitesinde bir düşüş olduğu inkâr edilemez bir gerçek. Fakat durum Elmander'siz de daha iç açıcı değil. Yerine oynayan, aşağı yukarı onun görevini yapma rolünü üstlenen Umut da en az Elmander kadar efor sarf ediyor. Fakat burada hücum pres denilen işin mahiyeti devreye giriyor. Bizde pres dediğin zaman anlaşılanlar genelde "hadi aslanlarım göreyim sizi, bas bas bas!!!" düzeyinde. Fakat pres en az pas kadar plan, düzen ve oyun bilgisi gerektiren bir iştir. Fatih Terim 2000 Galatasaray'ını anlatırken "Biz artık Hakan'ın başlattığı hücum presin yönüne göre yayılımını belirleyen, birçok tercihini yapan bir takımdık." minvalinde bir ifade kullanmıştı. Buradan o takımın ne kadar birbirini ezberlemiş bir bütün olduğunu anlayabileceğimiz gibi, presin de ne kadar planlı, akıllı yapılması gereken bir iş olduğunu da anlayabiliriz.

          Umut'un yaptığı pres ile Elmander'in yaptığı presin ve sonuçlarının farkı da bu gerekliliğe temas ediyor. Evet, Umut çok koşuyor, çok efor sarf ediyor. Ama Elmander kadar takım direncine katkı yapamıyor bu çaba. Çünkü pres yapmak demek, topu oyuna sokmak üzere olan stopere doğru 30 metre uzaktan depara kalkmak, sonra deparı onun topu attığı yere doğru yönlendirmek demek değildir. Hücum pres öncelikle olduğu yeri iyi seçebilme ve oyunun yönünü iyi okuyabilme becerisi gerektirir. Umut'un bu meziyetlerinin Elmander'den geride olması da, özellikle Elmander sahada olmadığında, takımın direncinin düşmesinde önemli bir faktör.

          Geçen sezonki, 20 maçı gol yemeden kapatan G.Saray'dan bu sezonki, neredeyse düşme potasındaki takımlar kadar gol yiyen G.Saray'a (üstelik kalecisi olağanüstü oynarken) takım savunmasında yaşanan direnç düşmesinin görebildiğim sebeplerini kendi penceremden açıklamaya uğraştım. İşin hücum kısmı başka bir yazıya kalsın, selâmetle...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder